30 Kasım 2018 Cuma

WPA2 ve WPA3 Farkları Nelerdir?


2018'de yayımlanan WPA3, kablosuz ağları güvenli hale getirmek için Wi-Fi Korumalı Erişim protokolünün güncellenmiş ve daha güvenli bir sürümüdür. WPA2'nin WPA ile karşılaştırılmasını yapacak olursak WPA2, WEP ve WPA'dan daha güvenli olduğundan, kablosuz ağınızı 2004'ten beri güvenceye almak için önerilen bir yol olmuştur. WPA3, şifreleri tahmin ederek ağlara sızmayı zorlaştıran daha fazla güvenlik iyileştirmesine sahiptir; Ayrıca, anahtar (şifre)geçmişte yani şifre kırılmadan önce ele geçirilen verilerin çözülmesini imkansız kılar.

WPA2 ve WPA3 Protokollerinin Farkları


28 Kasım 2018 Çarşamba

Biyosensör Nedir?

Biyosensörler biyolojik bileşenlerle donatılmış sensörlerdir. Bunlar biyoteknoloji ölçüm tekniğinde kullanılır. Biyosensörler, hareketsiz ve biyolojik olarak aktif sistemlerin bir sinyal dönüştürücü (transdüser) ve bir elektronik amplifikatörü ile doğrudan uzamsal olarak biraraya gelmesine dayanır. Biyosensörler belirlenecek maddelerin saptanması için farklı entegrasyon seviyelerinde biyolojik sistemler kullanmaktadır. Bu tür biyolojik sistemler Antikorlar, enzimler, organeller veya mikroorganizmalar olarak karşımıza çıkabilirler . Biyosensörün üzerinde bulunduğu hareketsiz biyolojik sistem, analit ile etkileşime girer. Bu, katman kalınlığında kırılma indisleri, ışık absorpsiyonu veya elektrik yükünde vs. fizikokimyasal değişikliklere yol açar. Bu değişiklikler, transdüserler örneğin optoelektrik sensörler, amperometrik ve potansiyometrik elektrotlar veya alan etkili transistörler vasıtasıyla belirlenir. Ölçümden sonra, sistemin ilk durumu geri yüklenmelidir. Bir analitin bir biyosensör vasıtasıyla ölçülmesi, üç aşamada gerçekleşir. İlk olarak, analitin biyosensörün biyolojik sistemi tarafından özel olarak tanınması gelir. Daha sonra, analitin reseptör ile etkileşimlerinden kaynaklanan fizikokimyasal değişikliklerin bir elektrik sinyaline dönüştürülmesi gerçekleşir. Bu sinyal daha sonra işlenir ve kuvvetlendirilir. Bir biyosensör seçicilik ve hassasiyetini kullanılan biyolojik sistemden karşılar. 

Biyosensörlerin Çalışma Prensibi



Biyosensör çeşitleri

Piezoelektrik sensörler: Bir kuvarsın titreşimi, kütlesi ile ters orantılıdır. Bu şekilde bir enzim veya antikor kuvars kristali kaplanmış bir kuvars kristali mikro ölçekte bir tartı olarak kullanılabilir. Kaplanmış her bir sensörün sadece bir kez kullanılabilir olmasI ciddi bir dezavantajdır . Ancak böyle bir kristalin maliyeti oldukça düşüktür

Optik sensörler: Pratikte, bu sensörler öncelikle sıvılarda oksijen içeriğini izlemek için kullanılır. Ölçüm prensibi flörışıma söndürmeye (fluorescence quenching )dayanmaktadır. Ölçüm tertibatı olarak ucunda göstergesi bulunan bir optik dalga kılavuzu görev yapar. Bu göstergenin lüminesans veya emme özelliği , oksijen konsantrasyonu gibi bir takım kimyasal büyüklüğe bağlıdır.

Elektrokimyasal Algılama: Ör. amperometri veya potansiyometri vasıtasıyla. Amperometriyle , bir ölçüm odasında 2 elektrot üzerindeki voltaj sabit tutulurken akım ölçülür. Kolayca okside veya indirgenebilen metabolik ürünler için uygundur. Potansiyometre ise iyonik özellikteki reaksiyon ürünlerinde kullanılır. Bu iyonların nicelik yönüyle belirlenmesi , bu iyonların bir ölçüm elektrodunda meydana getirdiği elektrik potansiyeli üzerinden gerçekleşir.

Uygulamaları 

Yukarıdaki tanıma göre bir biyosensör olarak tanımlanabilen ilk ölçüm sistemi, 1962 yılında Clark ve Lyons tarafından geliştirilmiştir. Ameliyat sırasında ve sonrasında kandaki glikozun belirlenmesini sağlayan bir ölçüm sistemi tarif edilmiştir. Bu biyosensör seçime bağlı olarak önlerinde, iki membran arasında glikoz oksidaz enzimi yer alan ve sinyal dönüştürücü görevi gören Clark’ın tasarımı olan bir oksijen elektrotu ya da ph- elektrotundan meydana geliyordu. Glükoz konsantrasyonu, pH değerinde veya glikoz oksidaz enziminin katalitik etkisi altında glikozun oksidasyonu nedeniyle oksijen konsantrasyonunda meydana gelen değişiklik olarak tespit edilmiştir. 

Bu yapıda, biyolojik numune iki zar arasına konur ya da biyolojik sistem tek bir membrana uygulanır ve doğrudan dönüştürücünün yüzeyiyle irtibatlandırılır. Su ve atık su analizinde yapılan biyosensör uygulama alanları sırasıyla tekil bileşenlerin, toksisite ve mutajenikliğin ve de biyokimyasal süreçlerdeki oksijen ihtiyacının bu biyosensörlerle tespit edilmesidir. 

Banyo sularının veya atık suların bakteri içeriği bir biyosensör vasıtasıyla belirlenebilir. Bazı bakteri türlerine karşı geliştirilmiş antikorlar, titreşen bir membran üzerine uygulanır. Uygun bakteriler algılayıcıdan geçiyorsa, kendilerini antikorlara bağlarlar ve zarın titreşimlerini yavaşlatırlar. Titreşimler belirli bir değerin altına düşerse, bir alarm tetiklenir. 

Mantar tiplerinin yetiştirildiği bir biyoreaktördeki penisilin konsantrasyonu, bir biyosensör yardımıyla tespit edilebilir. Bu durumda kullanılan sensörün biyolojik bileşeni asilaz enzimini temsil eder. Bu penisilin parçalayan enzim, bir pH elektrodunun üzerinde bulunan bir zarın üzerine yerleştirilir. Böylelikle ortamda penisilin konsantrasyonu artarsa, enzim daha büyük ve daha büyük miktarlarda bir asite , yani fenilasetik asite ayrılır. Sonuç olarak, elektrottaki pH değişir. Böylece pH değerinden penisilin konsantrasyonu bilgisini çıkarımla elde etmek mümkün hale gelir. 

26 Kasım 2018 Pazartesi

Akrilik Camlı (Pleksiglas) Bataryalar

Neredeyse sınırsız bir batarya ömrü, dizüstü bilgisayar ve akıllı telefon kullanıcıları için arzu edilen bir hedeftir. Araştırmacı Mya Le Thai ve California Üniversitesi'nden meslektaşları bunun için gerekli malzemeleri keşfettiler. Le Thai , elektronları depolayarak sonra serbest bırakan nanotelleri akrilik camın ana bileşeni olan plastik polimetil metakrilat (PMMA) ile kapladı. Görünüşe göre, sert bir jel formunu alan bu malzeme ince telleri kararlı hale getirme özelliğine sahip. : PMMA ile, piller bir anda 200.000 şarj döngüsüne kadar çıkabilir hale gelmiş oluyorlar. Araştırmacılar bunun için manganez dioksit kaplamalı altın nanoteller kullandılar. 

Akrilik Cam (pleksiglas) Tabanlı Yeni Batarya İle 200.000 Şarj-Deşarj Döngüsü Mümkün. 

Konvansiyonel nanotel tabanlı pillerle , her iki malzemenin ( yani tel ile kaplaması) birbirinden çok çabuk çözülmesi nedeniyle başarılı uygulamalar geliştirilemiyor. Ayrıca, bu pil tipi, incecik yapıdaki nanotellerin kırılganlığından ciddi şekilde olumsuz etkilenmektedir. Araştırmacılara göre, 5.000 ila 7.000 şarj döngüsünden sonra, genellikle bu piller işe yaramaz hale geliyorlar. Meydana getirdikleri bu yeni malzeme kombinasyonları konvansiyonel tiplerden çok daha üstündür, ancak maalesef henüz ticari olarak piyasaya sürülebilir durumda değiller.

Aktif Piksel Sensörü (APS)


Aktif piksel, her bir sensör elemanı için , asıl fotosensöre ve buna ait anahtarlama tranzistörlerine ek olarak, sinyali okumak için bir amplifikatör devresinin bulunması anlamına gelmektedir. Başlangıçta, bu yardımcı devreler, sensörün ışığa duyarlı yüzeyini yaklaşık üçte bir oranında azaltmış ve bu da oldukça zayıf foto duyarlılığa ve yüksek görüntü gürültüsüne neden olmuştur.

Tümleşim yoğunluğunun ve sensör ışığının ışığa duyarlı yüzeyine düşen ışığı konsantre eden mikro merceklerin kullanımının da artmasıyla birlikte, mikro-görüntülerin kullanılması CMOS görüntü sensörlerini gerçekten kullanışlı ve pazarlanabilir hale getirdi.

Aktif Piksel Sensörün Yapısı
Bir APS hücresinin en basit şekli, ışık sensörünü temsil eden bir fotodiyottan (DPH)  ve üç adet alan etkili transistörden (yani FET)  oluşur. Sıfırlama darbe sinyali ile sıfırlama transistörü TRESET hızlıca iletime sokulur. Böylece, fotodiyotun katodu tanımlanmış bir VRESET değerine getirilir ve böylece tıkama katmanının sığası yani kapasitesi daha önce tanımlanmış bir yük ile yüklenmiş olur. 

Takip eden pozlama sırasında, tıkama katmanının sığası , yoğunluğa ve maruz kalma süresine bağlı olarak foto akım tarafından deşarj edilir. Pozlama süresinin sonunda, kalan elektrik yükü kuvvetlendirici transistör TV (genellikle empedans dönüştürücü görevi gören bir kaynak izleyici (source-follower ) , kazanç = 1) yoluyla okunur ve bir transistör TSEL ile analog-dijital dönüştürücüye iletilir.

23 Kasım 2018 Cuma

Güvenlik Duvarının Çalışma Şekilleri


Bir güvenlik duvarı (Firewall), sisteme dışarıdan  giren ve dışarıya çıkan tüm verilerin bu sistem üzerinden taşınmasını zorunlu hale getirerek haberleşmeyi  kanalize eder.  Güvenlik duvarı tek bir aşamadan veya çok seviyeli bir düzenlemeden oluşabilir. Çok düzeyli bir düzenleme, özellikle web veya FTP sunucusu gibi belirli hizmetlerin herkese açık olmasını sağlamak için yararlıdır. Uygun  olan  ana bilgisayarlar  daha sonra bir ara ağda (DMZ : Demilitarized Zone : Askerden Arındırılmış Bölge )  dış dünyadan yalıtılabilir.

Güvenilir Olmayan Ağlarla bir LAN iletişiminin Kanalize Edilmesi
 Bir güvenlik duvarı üç yazılım seviyesinde çalışabilir: bir paket filtresi,  yani durum denetimi, proxy filtresi ve içerik filtresi . Filtre teknolojisine bağlı olarak, filtre fonksiyonları OSI yığınının 3 ila 7. katları arasında  gerçekleşir.

15 Kasım 2018 Perşembe

Akıllı telefonunuzla Duvarın Arkasını Görebilmek Mümkün


Doğru bir yazılımla, standart bir akıllı telefon kullanılarak bir konutun içinde olup biteni sokaktan gizlice izlemek bir anlamda casusluk yapmak mümkün hale geliyor. Buna karşı kesin çözüm niteliğinde hiçbir savunma önlemi de bulunmuyor. 

Akıllı telefonlar tarafından şöyle bir bakınca, bir WLAN yönlendiricisinin ( Router) bir fenerin içine yerleştirilmiş bir mumdan pek farkı yok. : Lambanın içinde hareket eden her şey, dışa doğru yayılan ışıkta meydana gelen küçük değişiklikler tarafından kendini ele verecektir. Santa Barbara'daki California Üniversitesi'nden Yanzi Zhu'nun liderliğindeki bir bilimsel çalışma ekibi, WLAN kablosuz sinyallerine dayanarak bir apartmanın iç mekanına yönelik olarak nasıl casusluk yapılacağını göstermeyi başardı. Teknik bir makalede standart bir akıllı telefon ve kendi geliştirdikleri yazılımdan daha fazlasına gerek olmadığını da ifade ettiklerini belirtelim. 

WLAN'ın yardımıyla insanların takip edilebildikleri ve hatta kol hareketlerinin dahi izlenebildiği uzun zamandır bilinmektedir. Bilim adamları, Wi-Fi sinyallerini kullanarak duvarların arkasını görebilmek için zaten bir takım yöntemleri test ediyorlardı. Ancak, tüm bu girişimler WLAN yönlendiricisi veya özel antenler üzerinden gerçekleştirilecek bazı kontrol mekanizmaları gerektiriyordu. Ancak Zhu ve meslektaşları, çalışmaları sonucunda daha fazla yardımcı ekipmana gerek duymuyorlar. Sadece WLAN sinyallerinin gücünü ölçüyorlar. 

Yeni Bir Yazılımla Duvarın Arkasını Görmek Mümkün. 
Bu radyo dalgaları duvarlardan pencerelerden, kapılardan ve insanlardan karmaşık yollarla yansırlar. Araştırmacılar, yöntemin iç mekanın net bir resmini değil, yalnızca kaba pozisyon bilgisini sağlayabildiğini belirtiyorlar. Bu durumda en azından bir kişinin nereye gittiğini, ayağa kalkıp kalkmadığını, bir kapıyı açıp kapamadığını anlayabiliyorlar. Dairenin kat planına sahipseniz, bu bilgiyi burada görebilirsiniz. 

Bununla birlikte, bunun için ön koşul, casusluk yapan kişinin yönlendiricinin yerini bulmasıdır. Bu amaçla, cep telefonunu binanın önünde birkaç kez İleri geri gidip gelmelidir ki böylece cihaz kablosuz vericiyi bulabilsin. Bahsi geçen araştırmacılar Önbaskı Sunucusu arXiv' de kamuoyuyla paylaştıkları makalelerinde bir binada bulunan çok sayıdaki vericinin sistemin güvenilirliğini arttırdığını yazdılar. Test amaçlı olarak (bina sakinlerinin izniyle) on bir binayı gizlice izlediler. 

Sadece hiçbir insan veya nesnenin hareket etmemesi halinde WLAN casusu kördür – bu durumda sinyal sabittir. Bunun dışında, mahremiyetlerini korumak isteyen insanlar için çok fazla işe yarar savunma yoktur. En makul çözüm WLAN sinyaline yapay gürültü eklemek olarak görünüyor.